Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işıgı (Carl Sagan)
1 sayfadaki 1 sayfası
Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işıgı (Carl Sagan)
Bu kitapta adından da anlaşılacağı gibi bilimin olmadığı yerde neler olabileceği ve bilimin yaşamdan kopuk, sadece belli kişilerin ilgilendiği bir uğraş değilde; tüm insanlığa yönelik, olmazsa olmaz bir yaşam tarzı olduğu çeşitli örneklerle biçimlendirilerek anlatılmıştır.
Yazar, öncelikle gerçek bilim ve sahte bilim karşılaştırması yaparak, gerçek bilimin hurafelerden arındırılması gerektiğini vurgulamış. Örneğin, insanların batıl inanışlar doğrultusunda sanıldığı gibi topraktan değil de; karmaşık atom yapılarından oluştuğunu biliyor olmamızı bilimin bugün ulaştığı noktaya borçlu olduğumuzun; eğer bilim ve teknolojiyle barışık yaşayıp, onun nimetlerinden en iyi şekilde faydalanmayı ve onu lehimize kullanmayı öğrenirsek, hayat standartları yüksek, rahat ve mutlu bir yaşam sürdürmemizin kaçınılmaz olduğunu açıklamıştır.
Dünya dışı varlıklar konusunda bir çok kişi tarafından görüldüğü iddia edilen uzaylıların tarifi yapılırken "kocaman bir kafa, iki kol, iki bacak ve iri gözler" ifadesi kullanılır. Peki fizik ve mühendislikte, yıldızlar arası uzaklıkları aşabilecek, duvarlardan sızabilecek kadar ileri varlıklar, biyolojik yapıda neden öylesine geri olsunlar? Veya neden bir kaç yumurta ve sperm çalıp genetik şifremizi okuduktan sonra canlarının istediği gibi bizlerde değişlik yapıp, istedikleri kadar kopya üretmiyorlar? Yıldızlar arası yolculuklar yapamayan, duvarlardan sızamayan biz insanlar bile hücre kopyalama becerisine sahibiz. Tabii olayın bir de diğer yönü var. Aralarında polis memurlarının, ticari uçak pilotlarının ve askeri personelin de bulunduğu bir çok insan uçan daireler görmekteydi fakat bunlara karşılık alaylı iğnelemeler dışında, iddialarına karşı geliştirilmiş savlar yoktur.
Kitapta, tutkuyla savunulan bir sürü iddianın sonuca ulaşılamadan çürüyüp gittiği açıklanarak gerçek öğrenilmeden önce "Samanyolu'nun yıldızlardan değil, kar toplarından yapılı olduğunu savunan Hans Hörbiger " örneği ve daha pek çok örnek verilmiş. Sonuç olarak insanın sık sık yanılgıya düşebildiği göz önüne alındığında, uçan dairelerin de başka açıklamalarının olabileceği ifade edilmiştir.
Bazı insanların "UFO" konusundaki kolay inanılırlığının önemli bir nedeninin de, halkın refahı ve ulusal güvenliğin söz konusu olduğu durumlarda yalan söyleyebilen hükümete karşı insanların haklı güvensizliği ve bir çok diğer konuda uyguladığı sessiz kalma ya da yalana başvurma politikası düşünüldüğünde, Hükümetin böyle bir konuya sansür uygulamayacağını, önemli bilgileri yurttaşlarından asla saklamayacağını iddia etmenin güç olduğuna değinilmiştir.
Bir de olaylar takip edilerek şu gerçekçi çıkarım elde edilmiş: Mars'ta herhangi bir canlı izine bile rastlanmadığı Viking 1 ve 2 uzay sondalarıyla ispat edildikten sonra Marslı öykülerinin daha az duyulduğu yani hiç bir bilimsel veriye dayanmayan bu öykülerin yeni bulgu ve bilimsel gerçekliklere göre söndüğü, yok olup gittiği gözlemlenmiştir.
Bilim, eski zamanlar da büyük korkuya neden olan hayaletleri ve cadıları azımsanamaz bir çoğunluğun inanışlarından çıkarmışsa da bugün; onların yerini aynı işleve sahip uzaylılar almıştır.
1960'ların başında Sovyet gökbilimciler CTA-102 ismini verdikleri uzak bir cisimden yoğun radyo dalgaları aldıklarını söylemişlerdi. Büyük sansasyon yaratan bu açıklamadan sonra uzaylıların ziyaretleri beklenmişti. Ancak bu cismin bugünkü adı Kuasar'dır. Terapistlere göre insanların değişiklik arayışları düşgüçleriyle birleştiğinde ordaya etkileyici ve gerçekdışı bir sürü uzaylı hikayeleri çıkıyor.
Bilimde kişilerin sözleri kanıt değeri taşımaz fakat kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir. Kanıtı bulma zorunluluğuda tabii ki, iddia sahiplarine düşüyor. Aksi takdirde iddiaların doğru olarak kabul edilmesini istemek onları birer hurafe olmaktan öteye götüremez.
Bilim kendisinin ve ürünlerinin ahlaki açıdan tarafsız, iyiliğe olduğu kadar kötülüğe de hizmete hazır olduğu gerekçesiyle saldırıya uğrar fakat bu sorun bilimden çok insan doğası ile ilintili sayılmalıdır.
Bilimin özünde, görünüşte çelişik iki tutum arasındaki temel denge yer alır: Ne denli garip ya da mantıksız olursa olsun tüm yeni görüşlere açık olmak ve eski veya yeni tüm görüşleri acımasızca kuşkuculuk süzgecinden geçirmek. Bu iki düşünce kalıbının düzeyli karışımı, bilimin başarısında esastır.
Yazar eğitim konusunda, öğrencilere bilgilerin eksik yada yanlış verildiğini düşünüyor, örnek olarak ta; okullarda, evrim konusuna girmeden bitki ve hayvan türlerinin; yok olan sözcükler ve kullanıma giren yeni terimler verilmeden ingilizcenin; elementlerin nereden geldiğine boş verilerek kimyanın öğretilmesini gösteriyor.
1992 Ekiminde bugüne değin gerçekleşmiş en güçlü, en kapsamlı ve en umut vaat edici dünyadışı zeki yaşam arayışı (SETI) 'nın başlatıldı. 10 yıllık bir süreçte tüm gök üstün bir duyarlılıkla ve çok geniş frekans aralığında taranacaktı. Samanyolu Gökadası'nı oluşturan 400 milyar yıldızdan herhangi birinin gezegeninden bize radyo mesajı gönderiliyorsa, onları duyma şansı vardı artık fakat sadece 1 yıl sonra, Meclis fişi çekiverdi. SETI çok önemli değildi; yararları sınırlıydı; çok pahalıydı ve bunungibi bir sürü mazeret öne sürüldü. Oysa, insanlık tarihindeki her uygarlık, kaynaklarından bir kısmını evren hakkında derin soruları araştırmaya ayırmıştır; yalnız olup olmadığımızdan daha derin bir soru düşünmekte zor. Üstelik SETI tüm bilim çevrelerince destekleniyordu ve popüler kültürde yer etmiş bir merakı da giderebilirdi. İşte bu örnek bilimin önüne konulan saçma engellerden birini daha açıklamaya yetiyor.
Yazar, öncelikle gerçek bilim ve sahte bilim karşılaştırması yaparak, gerçek bilimin hurafelerden arındırılması gerektiğini vurgulamış. Örneğin, insanların batıl inanışlar doğrultusunda sanıldığı gibi topraktan değil de; karmaşık atom yapılarından oluştuğunu biliyor olmamızı bilimin bugün ulaştığı noktaya borçlu olduğumuzun; eğer bilim ve teknolojiyle barışık yaşayıp, onun nimetlerinden en iyi şekilde faydalanmayı ve onu lehimize kullanmayı öğrenirsek, hayat standartları yüksek, rahat ve mutlu bir yaşam sürdürmemizin kaçınılmaz olduğunu açıklamıştır.
Dünya dışı varlıklar konusunda bir çok kişi tarafından görüldüğü iddia edilen uzaylıların tarifi yapılırken "kocaman bir kafa, iki kol, iki bacak ve iri gözler" ifadesi kullanılır. Peki fizik ve mühendislikte, yıldızlar arası uzaklıkları aşabilecek, duvarlardan sızabilecek kadar ileri varlıklar, biyolojik yapıda neden öylesine geri olsunlar? Veya neden bir kaç yumurta ve sperm çalıp genetik şifremizi okuduktan sonra canlarının istediği gibi bizlerde değişlik yapıp, istedikleri kadar kopya üretmiyorlar? Yıldızlar arası yolculuklar yapamayan, duvarlardan sızamayan biz insanlar bile hücre kopyalama becerisine sahibiz. Tabii olayın bir de diğer yönü var. Aralarında polis memurlarının, ticari uçak pilotlarının ve askeri personelin de bulunduğu bir çok insan uçan daireler görmekteydi fakat bunlara karşılık alaylı iğnelemeler dışında, iddialarına karşı geliştirilmiş savlar yoktur.
Kitapta, tutkuyla savunulan bir sürü iddianın sonuca ulaşılamadan çürüyüp gittiği açıklanarak gerçek öğrenilmeden önce "Samanyolu'nun yıldızlardan değil, kar toplarından yapılı olduğunu savunan Hans Hörbiger " örneği ve daha pek çok örnek verilmiş. Sonuç olarak insanın sık sık yanılgıya düşebildiği göz önüne alındığında, uçan dairelerin de başka açıklamalarının olabileceği ifade edilmiştir.
Bazı insanların "UFO" konusundaki kolay inanılırlığının önemli bir nedeninin de, halkın refahı ve ulusal güvenliğin söz konusu olduğu durumlarda yalan söyleyebilen hükümete karşı insanların haklı güvensizliği ve bir çok diğer konuda uyguladığı sessiz kalma ya da yalana başvurma politikası düşünüldüğünde, Hükümetin böyle bir konuya sansür uygulamayacağını, önemli bilgileri yurttaşlarından asla saklamayacağını iddia etmenin güç olduğuna değinilmiştir.
Bir de olaylar takip edilerek şu gerçekçi çıkarım elde edilmiş: Mars'ta herhangi bir canlı izine bile rastlanmadığı Viking 1 ve 2 uzay sondalarıyla ispat edildikten sonra Marslı öykülerinin daha az duyulduğu yani hiç bir bilimsel veriye dayanmayan bu öykülerin yeni bulgu ve bilimsel gerçekliklere göre söndüğü, yok olup gittiği gözlemlenmiştir.
Bilim, eski zamanlar da büyük korkuya neden olan hayaletleri ve cadıları azımsanamaz bir çoğunluğun inanışlarından çıkarmışsa da bugün; onların yerini aynı işleve sahip uzaylılar almıştır.
1960'ların başında Sovyet gökbilimciler CTA-102 ismini verdikleri uzak bir cisimden yoğun radyo dalgaları aldıklarını söylemişlerdi. Büyük sansasyon yaratan bu açıklamadan sonra uzaylıların ziyaretleri beklenmişti. Ancak bu cismin bugünkü adı Kuasar'dır. Terapistlere göre insanların değişiklik arayışları düşgüçleriyle birleştiğinde ordaya etkileyici ve gerçekdışı bir sürü uzaylı hikayeleri çıkıyor.
Bilimde kişilerin sözleri kanıt değeri taşımaz fakat kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir. Kanıtı bulma zorunluluğuda tabii ki, iddia sahiplarine düşüyor. Aksi takdirde iddiaların doğru olarak kabul edilmesini istemek onları birer hurafe olmaktan öteye götüremez.
Bilim kendisinin ve ürünlerinin ahlaki açıdan tarafsız, iyiliğe olduğu kadar kötülüğe de hizmete hazır olduğu gerekçesiyle saldırıya uğrar fakat bu sorun bilimden çok insan doğası ile ilintili sayılmalıdır.
Bilimin özünde, görünüşte çelişik iki tutum arasındaki temel denge yer alır: Ne denli garip ya da mantıksız olursa olsun tüm yeni görüşlere açık olmak ve eski veya yeni tüm görüşleri acımasızca kuşkuculuk süzgecinden geçirmek. Bu iki düşünce kalıbının düzeyli karışımı, bilimin başarısında esastır.
Yazar eğitim konusunda, öğrencilere bilgilerin eksik yada yanlış verildiğini düşünüyor, örnek olarak ta; okullarda, evrim konusuna girmeden bitki ve hayvan türlerinin; yok olan sözcükler ve kullanıma giren yeni terimler verilmeden ingilizcenin; elementlerin nereden geldiğine boş verilerek kimyanın öğretilmesini gösteriyor.
1992 Ekiminde bugüne değin gerçekleşmiş en güçlü, en kapsamlı ve en umut vaat edici dünyadışı zeki yaşam arayışı (SETI) 'nın başlatıldı. 10 yıllık bir süreçte tüm gök üstün bir duyarlılıkla ve çok geniş frekans aralığında taranacaktı. Samanyolu Gökadası'nı oluşturan 400 milyar yıldızdan herhangi birinin gezegeninden bize radyo mesajı gönderiliyorsa, onları duyma şansı vardı artık fakat sadece 1 yıl sonra, Meclis fişi çekiverdi. SETI çok önemli değildi; yararları sınırlıydı; çok pahalıydı ve bunungibi bir sürü mazeret öne sürüldü. Oysa, insanlık tarihindeki her uygarlık, kaynaklarından bir kısmını evren hakkında derin soruları araştırmaya ayırmıştır; yalnız olup olmadığımızdan daha derin bir soru düşünmekte zor. Üstelik SETI tüm bilim çevrelerince destekleniyordu ve popüler kültürde yer etmiş bir merakı da giderebilirdi. İşte bu örnek bilimin önüne konulan saçma engellerden birini daha açıklamaya yetiyor.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz